Rafet Elçi (D. 1979): Şair ve yazar. Bugünlerde ismini sıkça
duyduğumuz Şair adlı romanın yazarı (2011).
Yazarın, bu romandan önce yayımlanmış dört eseri daha var.
Önceki eserlerine baktığımızda karşımıza ilk olarak Kemiğe Dayanmış Yaralar
adlı şiir kitabı çıkmaktadır (2003). Ardından yine aynı tarihte yayımlanan
Kalbimdeki Monarşi ile Kanayan Kafesler adlı hikâye kitaplarını görürüz (2004).
Ruhlar Pipo İçmez adlı eseri ise modern bir psikoloji romanıdır (2009). Bütün
bu eserlerine bakarak şunu net bir biçimde ifade edebiliriz: Eskilerin tabiriyle,
Rafet Elçi, velûd bir şahsiyettir. Hem şiir hem hikâye ve onun sanatının
zirvesi sayabileceğimiz roman türlerinde kalem oynatmıştır.
Kısa bir girizgâhın ardından, konumuzla alakalı olduğunu
düşündüğümüz birkaç meseleye temas ettikten sonra, asıl konumuza geçeceğiz.
Kimi yazarlar vardır, edebiyatın birçok türünde eser ortaya koyarlar; roman,
hikâye, tiyatro, deneme… Bu saydıklarımızın yanı sıra şiir de yazarlar. Lakin
bu türlerin hepsinde başarılı olmuş çok az edebiyatçımızı sayabiliriz. Şiir
türünü yukarıdaki kategoriye almamamızın sebebi şudur: Şiir, nesirden çok
farklıdır; bu sebepten ötürü şairlik de nesir yazarlığından ayrı bir hususiyet
gösterir, göstermelidir. Mesela Doç. Dr. Yusuf Çetindağ, Şiir ve Tenkit adlı
eserinde, ünlü Arap tezkireci Kureşî’nin Hz. Peygamber’e atfen şu sözlerine yer
verir: “Şiir, düz yazıdan, Arapların kelâmlarından cezîldir (özlüdür,
yoğundur), şiir, onların meclisinde konuşulur, ona kıymet verilir. O, bazen
onların arasındaki savaş ve düşmanlıkları çözerken, bazen de savaşlara sebep
olur.” Kureşî, yazının devamına şunları da ekler: “Ayrıca Hz. Muhammed ‘Şiir,
Arap’ın divanıdır. Şiir hikmettir, beyanda büyü vardır’ dedi.”
Yukarıda, çok az edebiyatçımızın birkaç türde başarılı
olduğunu vurgulamıştık. Mesela Tanpınar, iyi bir şairdir; fakat herkes onu
romancı kimliğiyle tanır. Romancı yönüyle hafızalara yer etmiştir Tanpınar.
Cahit Zarifoğlu, roman da yazmış olmasına rağmen, herkes onun sadece şairlik
yönüyle ilgilenir. Bu misalleri çoğaltabiliriz; ama konumuzla pek de ilgili görmediğimiz
için lüzumlu saymıyoruz. Amacımız şuraya
gelmek: Şair’i okuduğumuzda iyi bir roman olduğunu açıkça gördük. Bu da ele
aldığımız yazarın ehemmiyetini bize bir kez daha gösterdi. Rafet Elçi’yi
tanıtırken –dikkat edilirse- şair ve yazar dedik. Yani iki yönü de oldukça
kuvvetli Elçi’nin. Eski söyleyişle ifade edecek olursak zü’l- cenâheyn… Bu
kanıya nereden vardığımız sorulabilir. Bunu da hususi olarak yazımızın
devamında izaha çalışacağız.
“Şair” adlı eser, roman türünün başarılı bir örneği… Lakin romanın
içerisine harikulade şiirler serpiştirilmiş. Bu da romana ayrı bir renk
katıyor; okunması elzem bir hâle getiriyor romanı. Elçi’nin, romancılığı
yanında şairliği de ön plana çıkıyor. Bunlar da sıradan şiirler değil, kaside,
gazel ve hiciv türlerinde… Bunlara modern kaside, gazel ve hiciv de demek
mümkün… Birazdan kitaptan iktibaslarla bu şiirleri gözler önüne sereceğiz. Ama
öncelikle romanda neden şiirlerin yer aldığına bakalım.
Romanın asıl konusunu iki efsane Arap şairinin -bunların
birisi Betafanlı Zeyd, diğeri de Gallaklı Tuleyle’dir- Şahikli Sara’ya olan
aşkları ve bu aşk uğrunda birbirlerine kelamın kılıcını -yani şiiri-
çekmeleriyle sonuçlanan dramatik bir yarışma teşkil eder. Konumuzla alakalı
olmadığı için burada romanın tahliline girmeyeceğiz elbette… Lakin Elçi’nin
kaleminin ne denli güçlü olduğunu göstermek için birkaç kelam etmemiz zaruri
görünüyor.
Zeyd ve Tuleyle, Sara’ya âşık iki gençtirler. İkisi de
Sara’yla evlenmek ister; fakat bu hiç kolay değildir. Bunun için hünerlerini
sergilemeli ve Arap şiirine yakışır şiirler söylemek zorundadırlar. Bir yarışma
tertip edilecek, daha güzel şiir söyleyen, Sara’yı elde edebilecektir. Bu
yarışma fikri ise, iki kabileyle de arasının bozulmasını istemeyen Sara’nın
babası Şahikli Katayf’a aittir. Günü gelince yarışma başlar ve iki şair,
birbirlerine kelamın kılıcını çekerler.
Sara’yı kimin ve hangi yola başvurarak elde ettiğini buraya
yazmayacağız; çünkü bu yarışmadaki olayları herkesin bizzat okuması gerektiği
kanaatindeyiz. Bunları söylememizin -bizce bir şahesere olan ilgiyi
azaltacağından dolayı- doğru olmadığını düşünüyoruz. O önemli olayı Rafet
Elçi’nin muazzam üslubuyla herkesin okuması gerekir. Ve elbette vuku bulmuş
mühim hadiseyi de…
Yarışmada şiirlerin okunacağını söylemiştik. Doğal olarak
romanda şiirlerin de yer alacağını… Burada Rafet Elçi, adeta kendisiyle
yarışmıştır. Çünkü Zeyd, Tuleyle’den daha hünerli bir şairdir. Bundan ötürü
Zeyd’in şiirleri, Tuleyle’ninkilerden daha güzel olmak zorundadır. Rafet Elçi,
bunu göz önünde bulundurarak okuyucuya adeta “Böyle bir şey olamaz!” dedirtecek
kalitede şiirler yazmıştır. Şimdi şiirlere bir bakalım. İlk önce Tuleyle başlar
şiir söylemeye:
Sara! Baharın tulû ettiği vâha
Minik bir goncasın sen, bir çocuk daha
İpek ellerinle elmaslara üfle
Her şey bir rüyaya dönüşür seninle
Râm ol sineme, uyu benimle yine
Henüz gölge düşmemiş iken busene
Zira nefesimde tüller sıyıran bir
Ilık, eflatun sihir ve aşk gizlidir
…
Şiirin devamı da var muhakkak; lakin buraya hepsini
almıyoruz. Okuyucu bu mısraları okuduktan sonra, Zeyd’in şiirini görmek için
sabırsızlanıyor romanı okurken. Çünkü Zeyd, daha iyi bir şairdir. Bu mısraların
fevkinde mısralarla karşılaşılacalağı bellidir. Şimdi de Zeyd geliyor:
Nere gitsem, ne
yöne tevcih etsem başımı
Ruhumda bir siyah
hale, bir hüzün akşamı
Ve Sara’nın
çadırı, ah ki şahikası bir
Mızrağın kalbi
misali keskin ve sivridir
Zira mızrakların
uçlarında titrer kalbi
Sara’nın gözlerini
çözüp örtmesi gibi
O çadır içinden
nazar eden uzun siyah
Gözlerini
görüyorum bir rüya gibi. Ah
…
Şiirler, şairler tarafından söylenmeye devam etmektedir.
Fakat biz buraya şiirlerin hepsini alamıyoruz. Diğer şiirlerin, yukarıdaki
şiirlerden daha estetik olduğunu da ifade etmeliyiz. Yani bir başyapıtla karşı
karşıyayız. Tabir caizse Elçi, burada kalemini konuşturmuştur. Sanki “Ben
buradayım, hem şair hem de romancı olarak” demek ister gibidir.
“Şair”in bir başka özelliği de dünya halklarının kendi
kendilerini anlatıyor olmalarıdır. Türkler, Türklerin; Araplar, Arapların,
Ermeniler, Ermenilerin, Çinliler, Çinlilerin vs. gözüyle aktarılmaktadır. Yani
bu kitapta, bir aşk masalından çok daha fazlasını bulabilmekteyiz. Kitabın arka
kapağındaki iddialı yazı da kitaba ayrı bir cazibe katıyor. Söz konusu yazı
şudur: “Bu romanın bir cevap olması için, Doğu’nun Cevabı…”
Son söz olarak Rafet Elçi için şunları söyleyebiliriz. Henüz
çok genç olmasına rağmen bu çapta bir eser verebilmiştir. Kendisini çok iyi
yetiştirdiği ve eserini çok sağlam temeller üzerine oturttuğu oldukça belirgin…
Rafet Elçi ve “Şair”in, Türk edebiyatının en önemli romanlarından birisi
olacağını şimdiden söylemekte yarar görüyoruz.
Mustafa YILDIZ
0 yorum:
Yorum Gönder